Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Bu Blogda Ara

İtiraflar I...

"Kıyamet borusu çaldığında, ben, elimde bu kitapla yüce yargıcın huzurana çıkacak ve şöyle haykıracağım: 'İşte yaptıklarım, işte düşündüklerim ve işte ne olduğum. Her şeyi, bütün açıklığıyla dile getirdim. Yaptığım hiçbir kötülüğü gizlemediğim gibi, yapmadığım bir iyiliği de söylemedim. Gerek rezil ve sefil, gerekse asil ve iyilik sever olduğum zamanları bütün içtenliğimle gözler önüne serdim. Ey ebedi Varlık: İç yüzümü, tıpkı senin bildiğin gibi dışa vurdum. Kullarını etrafıma topla da itiraflarımı dinlesinler. Topla ki kederlerim karşısında inleyip, çirkefliklerim karşısında utansınlar. Ve hepsi birer birar tahtının dibine gelip, kalplerindeki aynı içtenlik ve dürüstlükle itiraf etsinler. Sonra da içlerinden birisi, cesaret edebilirse, çıkıp, 'Ben, bu adamdan daha iyiyim' desin..."

İtiraflar I'den Kesitler...


* Her işte güçlü olan gerçek suçlu, zayıf olan suçsuzu öne sürerek temize çıkarır…

Sh. 37

* Tutuşan kanım benden kadın istediği vakit kalbim aşkı arar. Para ile elde edilen kadınların benim için hiçbir cazibesi yoktur…

* Mutlaka iyi bir şeyler almam gerekiyorsa epey çile çekmem gerekir…

Sh. 41

* Uzağı iyi göremeyen gözlerim bin tane hayal kurdurtur bana, tüm gelip geçen insanları tanıdık zannederim…

Sh.42

* Cepteki paranın, peşi kovalanan paranın esaretin sebebi olduğuna inanıyorum…

Sh. 43

* Vazifemizi menfaatlerimizle karşı karşıya getiren ve bizim faydamızı başkalarının zararlarında gösteren durumlardan kaçınılmalıdır. Çünkü böyle durumlarda, ne kadar erdemli bir insan olursak olalım farkında olmadan mağlup oluruz, ruhça adil ve iyi olduğumuz halde hareketlerimizde adaletsiz ve zalim oluruz.

Sh, 63/64

* Bir çok veya bir yetişkin için dine mensup olmak demek, doğduğu ortamdaki dine tabi olmak demektir. İnsan nadir olarak ondan bir şey eksiltir veya ona ekler. Doğmatik iman, eğitim ve öğretimin ürünüdür…

Sh. 71

* Kendi hatalarımız yüzünden, fazilet bize pahalıya mal oluyor. Daima akıllıca hareket etsek faziletli olmaya pek az ihtiyaç hissederdik. Fakat karşı konulması çok kolay olan küçük akıntılar sürükleyip götürür bizi. Küçücük aldatmacalara kolayca kapılırız. Böylece farkına varmadan büyük tehlikelere düşeriz.

Sh. 72-73

* Evet seni uçurumdan çıkmak için zayıf, fakat uçuruma düşmemek için son derece güçlü yarattım.

Sh. 73

* Her sefil ruhlu primatif insan iyi kötü bir şeye bağlanma ihtiyacı duyar…

Sh.75

* İnsanları tanımak için onları soğuk bir şekilde sorguya çekmek zeki olduğunu iddia eden kadınların umumi bir hastalığı.

* Başkalarının içindekileri okumak için, kendi içinizdekini saklamaya çalışmak yolların en kötüsüdür…

Sh. 92

* Suçlunun vicdanı, suçsuzun intikamını mutlaka alır…

* Bir insanı mutsuz etmenin azabı bu kadar büyükse, onu kendinden daha kötü bir insan vaziyetine düşürmüş olmanın azabı nasıldır artık siz düşünün…

Sh. 96

* Üzüntü iyi günlerde uykuya çekilir, fakat kötü günlerde azar…

Sh. 97

* Eğer insanlar birbirlerinin içinden geçenleri okuyabilseydi, bulunduğu yerden inmek isteyen insanların, yükselmek isteyen insanlardan daha çok olduğunu görürlerdi…

Sh.102

* İnsanların her an saygı ve takdirlerini kazanmanın, ara sıra hayranlıklarını kazanmaktan çok daha iyi olduğunu o öğretti bana…

Sh.103

* Etrafımdaki insanlara bana yaptıkları iyilikten çok, diledikleri iyilik ölçüsünde bağlanırım…

Sh. 104

* Başlangıcınız, sizden istenecek şeylere temel olacaktır. İlerde daha fazlasını yapacak şekilde gücünüzü kullanın. Yaptığınızdan daha azını yapmaktan sakının…

Sh.106

* Yaptığımız kötü bir hareket bize sıcağı sıcağına üzüntü vermez. Onu daha sonra hatırladığımız zaman içimiz yanar…

Sh.152

* Büyük tutkuların ancak ara sıra kendini belli ettiği halk arasında fıtri duygular kendini daha sık belli eder. Yüksek tabakadaki insanlarda bu duygular ölmüştür. Oralarda duygu maskesi altında konuşan yalnızca menfaat ve kibirdir.

Sh.168

* İnsan gerçeklerle ne kadar karşılaşırsa karşılaşsın, bir takım aldatıcı ilkelere yaslanmaktan kendini kurtaramaz...

Sh.174

* Fikirler bana kendi istedikleri zaman gelirler, istediğim zaman değil... Onlar aklıma hiç gelmezler ya da sürü halinde gelirler. Sayı ve kuvvetleriyle beni ezerler...

Sh.185

* Karşımızda bir kalbin konuştuğunu gerçekten hissettiğimiz zaman kalbimizin kapıları açılır ve söylenenleri içine alır...

Sh.228

* Ben doktorların doktorluğuna pek inanmam. Fakat gerçek dostların doktorluğuna inancım tamdır...

* Mutluluğu başkasının mutluluğuna bağlı olan kimseler dostunun mutlu olması için elinden geleni yaparlar...

Sh. 254

* Gerçek mutluluk anlatılamaz, sadece hissedilir. Anlatılma imkanı ne kadar azalırsa, hissedilme imkanı o kadar artar...

Sh. 269

* Ruh ve beden aynı anda acı çekmediği zaman birinden birinin acı çekmesi zorunlu gibidir...

Sh. 281

* Sevdiğim bir insanı alçaltacak bir zevki tatmaktansa ölmeyi tercih ederim...

Sh.299

* Zaman gerçeklerin üstündeki örtüyü kaldırır.

Sh.308

Jean Jacques Rousseau


Share/Save/Bookmark

Azil...

Herhangi bir kapalı dizgede, düzensizlik daima artar...
Termodinamiğin İkinci Yasası


Doğdun. İki yıl sekiz ay geçti. Düşünmedin, konuşmadın. İki yıl sekiz ay sonra bir patlamayla uyandın. Kafatasının içi o kadar sıcaktı ki aklın alev aldı. Mükemmel bir alev. Muhteşem bir yangın. Düşündün ama konuşmadın. İlk düşüncen geldi. Sonra ikincisi. Sonra da devamı. İlk kuralla tanıştın:

Aynı zihinde yer alan karşıt düşünceler birbirini yok eder ve ışığa dönüşürler:

Herhangi bir düşünce karşıtıyla karşılaşırsa özgün halinden eser kalmaz. Karşıtından mutlaka etkilenir ve değişir. Bu da yok olduğu anlamına gelir. Aynı zihindeki karşıt düşünce baskısına çelişki denir. Zihin, çelişki karşısında birbirini parçalayan düşüncelerini ölümlerine terk etmek zorundadır ve üçüncü düşünceyi üretmelidir. Zihin, yok olanların bıraktığı yeri üçüncülerle doldurmalıdır. Aksi takdirde karşıt düşüncelerin aynı anda yok olmasıyla boşalacak olan zihinde davranışa dönüşecek hiçbir şey kalmayacaktır. Ve davranışın gözlemlenmediği beden her anlamda felçli sayılacaktır. İnsanların en büyük hatası, bu kuralı görmezden gelmeleri ve karşıt düşüncelerin birbirlerini öldürmesine izleyici kalmalarıdır. Hayatın karşılarına çıkardığı seçim kavşaklarında donarak ölmelerinin nedeni, karşıt düşüncelerin çarpışmalarından kaynaklanan ışıktan gözlerini alamadıkları için körleşmeleridir. Kör ve felçli. Kim böyle olmak ister?...

Tabii ki sözünü ettiğim düşünceler, savunulan ve uğruna kelime çiğnenenlerdir. Tabii ki her düşüncenin karşıtı vardır ve zihin, her şeyi düşünmek üzere tasarlanmıştır. Ancak bir çarpışmanın gerçekleşmesi için düşünce ve karşıtının davranışa dönüşme aşamasına gelmiş olması gerekir. Örnek mi istiyorsun?.. Dikkatli oku...

Bugüne kadar her şeyin söylendiğini ve her şeyin yapıldığını düşünen, ancak üretmekten vazgeçemeyen bir yaratıcıyı düşün. Bir şairi, bir yazarı ya da herhangi bir sanatçıyı. Davranışa dönüşmesine ramak kalmış iki karşıt düşünce: Üretmek ve üretmemek. Ve ikisi için de yeterli geçerlilik nedeni bulabilen bir zihin... Sence böyle bir oyun nasıl biter?... Eğer birinci kural tanınmıyor ve ona uygun hareket edilmiyorsa sanatçı durur. Zihninde ki çarpışmanın ışığı o kadar güçlü olur ki kamaşmış gözleri perdelenir. Ne üretmemenin huzuru içinde günlerini geçirebilir ne de üretirken sahip olduğu yeteneği zorlayacak özgürlüğü kullanabilir. Ne yaratmaktan vazgeçebilir ne de yaratırken tatmin olabilir. Durur. İçinde ki karşıt düşünceler bataklığında yeteneği gömülene kadar durur. Ve yeteneğinin gömüldüğü mezarın başında ağlamaktan başka çaresi kalmaz. Oysa çarpışma gerçekleşmeden evvel yapılması gereken üçüncü düşünceyi doğurmaktır. Bu örnekte, her şeyin daha önce söylenmiş olduğunu varsayan yaratıcının aynaya bakarak tekrarlaması gereken cümleler şunlardır:

‘Her şey söylenmiş olabilir, ama ben daha söylemedim. Ve eğer ben söylemediysem her şey söylenmemiştir. Çünkü kimse benim gibi söyleyemez. Çünkü ben tekim. Çünkü daha önce söylenmiş olanları benim gibi söyleyebilecek kimse yok. Özgürlükten herkes söz etti. Ama ben değil. Komşum da etmedi. Onun komşusu da. Ancak herkesin özgürlükten söz ettiği gün, özgürlük söylenmiş ve kapanmış bir konu olur. Dolayısıyla yaşayan bütün akılların süzgecinden geçene kadar bakir kalacak olan özgürlük düşüncesine ilişkin yaratımlar sürecektir...’

Zihin boşluğuna neden olabilecek karşıt düşünce çarpışmaları, ancak üçüncü düşüncenin keşfiyle olasıdır. Ve daima üçüncü düşünce vardır...

Çelişki seni öldürür. Çelişki işkencedir. Çelişki buz tutmuş bir göldür. Çelişki buz tutmuş gölün çatladığı andır. Çelişki göldeki çatlağa saplanıp donmaya başlamandır. Çelişki, yardım istemek için açtığın ağzına dolan sudur...

Doğumundan iki yıl sekiz ay sonra bütün bunları biliyordun. Hangi mucize, hangi masal?... Kim bilir?.. Ama hepsinin farkındaydın. Çünkü çevreni ve hayatı diğerleri gibi değil, o güne kadar hiçbir zeki varlığın başaramadığı gibi öğreniyordun. Temel kuralları. Bir mucize. Bir masal. Kim bilir?..

Patlama anındaki sıcaklık olağanüstüydü ve zihninin her noktasında aynıydı. Isı, sahip olduğun tek güçtü. Dakikalar, saatler ve haftalar geçti. Türettiğin üçüncü düşünceler zihnini besledi. Karşıtlıkların yok olarak boşalttığı hücreleri onlarla doldurdun. Mükemmeldin. Kusursuz. Üçüncü düşüncelerin birleşti ve yoğun merkezler oluşturdu. Ağırlaşıp, keskinleştiler. O kadar ağırlaştılar ki, içlerine doğru çöktüler. Bu, sahip olduğun düşüncelerin mutlaklığının doğal sonucuydu. Öğrendiğin her bilgi, çöken merkezlerin etrafında dönmeye başladı. Geliştin. Yeni bilgi ve düşüncelerin çarpması daha karmaşık merkezler yarattı. Düşünce düzeneğin görülmemiş bir hızla zihnin de yayıldı. Tanıdığın kurallar ikiye çıktı:

Her şey ve herkes ışık yayar. Sonuç, nedenlerin aydınlattığı noktada, nedense sonuçların aydınlattığı noktadadır...

Sahip olduğun her bilgi ve düşüncenin birer ışık huzmesi olduğunu anladın. Her birinin bölge boyu farklıydı ve sen onları ayırt edebildin. Zihninin haritasını çıkarmayı öğrendin. Hangi düşünceye neden sahip olduğunu çözdün. Ve hangi düşüncenin neye neden olabildiğini görebildin. Sınırlı zihnindeki düşünce ve bilgilerin ışık yollarını gözlerin kamaşmadan izleyebildin. Kimse kendini senin kadar tanıyamadı. Kimse neyi neden düşündüğünü senin kadar iyi bilemedi. Bundan zevk aldın. Başka çaren yoktu. Başka çare aramadın. Ani yükselişin durmuyordu. Zihninin genişlemesi arttıkça hızlanıyordu. Ve sen kuraları anlıyordun...

Her düşünce bir diğerini doygunlukları ve aralarındaki uzaklık ölçüsünde çeker...

Birbirinden çok farklı gibi görünen düşüncelerin birleştiğine tanıklık ettin. Çekim gücünün sınırlarını tanıdın. Yok olmak ve yaratmak gibi düşüncelerin nasıl birbirlerine yaklaştıklarını gördün. İnsanın yarattıkça yok olduğunu anladın. Yaratıcılığının bedelinin yarattıkların kadar eksilmek olduğunu kabul ettin. Ve amacın bu oldu. Yaratarak yok olmak. Son düşüncen de yok olana kadar yaratmak...

Düşünceler mükemmel, ancak davranışlar kusurludur...

Sindirilmesi zor kurallardan biri. Düşünceler zihinde doğar. Ve zihnin şartları üç boyutlu dünyanınkinden farklıdır. Zihnin şartları mükemmel düşünceyi oluşturacak niteliklere sahiptir. Çünkü zihnin sürekli genişleme gücüne sahiptir. Oysa üç boyutlu dünyayla kurduğun ilişki bedenin ve duyularınla sınırlıdır. Üç boyutlu dünya zihninin aksine daralır ve davranışlarına kusurlar ekler. Zihinsel tasarıların ancak bir bölümü davranışlara yansıtılabilir. Davranış daima eksik kalacaktır. Bir insanı sevdiğini düşünmek, ona bunu söylemek ve ardından sarılmakla anlatılamayacak kadar mükemmeldir. Bir insanı öldürmek, ondan nefret ettiğini düşünmenin yanında daima kusurludur. Hiçbir davranış, düşüncenin gerçek tercümesi değildir...

Bu kuralla tanıştığın günü ve bedeninden nefret ettiğini anımsıyorum. Ancak sonrasında davranışların, yaklaşık düşünceler olduğunu kabul edip buna göre yaşamaya yemin ettiğini de anımsıyorum. Bu yüzden gerçekten kimseyi tanıdığını iddia etmeyeceğine yemin ettiğin gibi..

Düşünceler ışık hızında hareket eder...

Saniyede üç yüz bin kilometre hızla ilerleyen düşüncelerinin zihnindeki yolculuklarına hayran kaldın. Kütlesi olmayan her dalga gibi düşüncenin de, ışık olduğunu anladın. Hiçbir şey düşüncelerinden hızlı değildi. Zamanda yolculuğa sadece zihninde gerçekleştirebileceğini öğrendin. Anımsamak, tanık olmak ve geleceği hayal etmek. Her anın üç zaman içerdiğini anladın. Ve tabii her adımında yarım metre ilerleyen bir bedenin içindeki yolculukların ışık hızında gerçekleştiğini anlamak sana zamanın kişiselliğini ve değişkenliğini düşündürdü...

Zaman, var olan bütün etkenler ölçüsünde değişkendir...

Bunu anlaman zordu, ancak başardın. Kurman gereken denklem öylesine karmaşıktı ki var olan bütün kavramları kullanman gerekiyordu. Zamanın hızı, her şeye göre değişir. Bu cümleyi zihninde canlandırmak seni önce korkuttu. O güne kadar rastlamadığın bir büyüklükte bir ‘her şey’... Duygulardan biyolojik farklılıklara, düşüncelerden dini seçimlere kadar, her şey. Bir saniye ne kadar sürer, sorusuna kimsenin yanıt veremeyeceğini anladın. Ne yüz metre koşan atletlerin ne de onları izleyenlerin. Zamanı ölçmek için bir kronometreden fazlasının gerektiğini kabul ettin. Ve diğer insanlarla zaman uyuşmazlığı yaşayabileceğin gerçeğine hazırlandın...

Davranışa dönüşen düşünceler daima geçmişe aittir...

Işık hızının da bir sınırı olduğunu öğrendiğin gün gökyüzüne baktın. Güneşi gördün. Ancak gördüğünün, güneşin geçmişi olduğunu anladın. Haklıydın. Güneşin dünyaya uzaklığı yüz kırk dört milyon kilometre ve ışığının gezegene ulaşması sekiz dakika sürüyor. Dolayısıyla bir gün, güneş sönerse, bunu ancak sekiz dakika sonra anlayabileceğini kabul ettin. Sekiz dakika boyunca, güneş sönmemiş gibi yaşayacak olan insanları düşündün. Her anın, o sekiz dakikaya dahil olabileceği olasılığını fark ettin. En önemlisi, düşüncenin davranışa dönüşme süresin de en az sekiz dakika olabileceğini hayal ettin. Aradaki sekiz dakikayı, doğanın parçası olarak gördün. Sevgilisini sevmekten vazgeçmiş insanın, ancak sekiz dakika sonra bunu açıklayabilmesini olgunlukla karşıladın. Sekiz dakika boyunca sevildiğini düşünmeye devam eden insanın gerçekle çarpışınca kırılan hayaline acımadın. Çünkü gözlemleyebildiğin her davranışın geçmişteki bir düşüncenin eseri olduğunu anlamıştın. Tanıdığı olduğun ve insanlar tarafından temeli atılmış olan dünya her şeyiyle geçmişe aitti...

Düşünceler, duyguların çekim alanına girince bükülürler...

Ve duyguları keşfettin. Ne kadar kıskanç ve güçlü olabileceklerini anladın. Zihninde beliren duygu merkezlerinin çevresinde çekim alanları olduğunu fark edince düşüncelerine etkisini ölçtün. Herhangi bir düşünce, herhangi bir duygunun çekim alanına girdiğinde bükülüp yön değiştiriyordu. Ve sen, düşüncenin gerçek kaynağını belirtmekle yanılıyordun. Yön değiştiren düşüncenin, duygunun yakınlarından çıktığını sanıyor,ancak yanılıyordun. Bunlara sahte düşünceler adını verdin. Kaynağı, görülenden başka bir yerde olan düşünceler. Dikkat edilmesi gereken düşünceler. Tehlikeli düşünceler. Böyle bir ayrımın farkında olmayanlar, sahte düşünceler yüzünden acı verici kararlar alabilirlerdi. Korktun. Bir düşüncenin gerçek doğum yerini, öğrenmenin yollarını araştırdın. Ancak bulamadın. Alabileceğin tek önlem, duygu merkezlerini daraltmak, dolayısıyla çekim alanlarını küçültmek olabilirdi. Bu yolu seçtin. Olabildiğince az hissetmek. Duygularını olabildiğince önemsememek. Ne sevgiyi ne de nefreti ciddiye almak. Pürüzsüz bir düşünce ağı kurabilmek adına duygularının boğazını sıktın. Bazıları kangren olup öldü, bazıları cılız hayatlarını sürdürdü. Zihnin sınırları içinde, düşüncenin duygudan başka düşmanı yoktu ve sen bunun farkındaydın...

Sh: 28/29/30/31/32/33

Hakan Günday






Share/Save/Bookmark

Azil... (Kesitler...)

Azil... Kesitler I...

* Sevgi tırmananları birbirine bağlayan bir halattı. Biri düşerse diğerlerinin hayatta kalması için halatın kesilmesi gerekiyordu. Ancak sevgi kesilmeyecek kadar kalın bir halattı ve sonunda herkes düşerdi. Aptallar sevdikleriyle düşer, kötüler sevdiklerini aşağı çeker...

Sh.19

* Zamandan muaf tutulmanın ödülü. Hiçbir şey olmamak. Hiçbir sıfatı sırtında taşımamak. Kamburlarının hiç doğmadı bir ev. Ne güzel ne çirkin. Ne zeki ne aptal. İçinde kuralların olmadığı bir ev. Doğduğun ev. Doğumevin. Ancak doğmayabilirdin...

Sh. 21

* Hiçbir hayal, gerçekleşmediği sürece mutlak değildir...

* Böylece, Tanrı’nın şeytana içini dökmesinden insan doğdu... Böylece ışığın karanlığı delmesinden ve döllenmesinden sen doğdun... Böylece sen loş oldun. Bazen aydınlandığını, bazen de karardığını sandın. Ancak hangisinin sen olduğuna asla karar veremedin. Ne kötüsün ne de iyi. Her şeyi düşünebilir, her şeyi hayal edebilir, ancak sadece seçtiklerini gerçekleştirebilirsin. Düşünce şeytandan, davranış Tanrı’dandır. Hangi düşüncenin davranışa dönüşeceğini karar verense insandır...

Sh.23/24

* Herkesin kayıp kıtasını keşfettiği bir an vardır...

* Kayıp kıtanın haritası. Düşünceler kıtası. Varlığından emin olunmayan, ancak yokluğundan ötürü ölümcül acıların çekildiği bir kıta...

Sh. 37

* Her zihin bir patlamayla doğar , şişer ve genişlemeye devam eder. Ancak sadece bazıları mükemmel dengeye ulaşır. Diğerleri yüksek yoğunlukları yüzünden çöker. Bu, onların sonu değildir. Bu, onların kapandığı andır. Her şeye ve herkese kendilerini kapattıkları an. Böyle bir seçim yapılabilir mi?.. Öğreneceksin...

* Zihnin sonsuzluk hissi vermesinin nedeni, içindeki bütün düşüncelerinin merkez olarak algılanabilmesidir. Hayatının değersiz olduğu düşüncesinin, zihninin merkezi olduğunu sanabilirsin ya da diğer hayatların değersiz olduğunu, zihninin merkezi olarak ilan edebilirsin. Bu inanca göre davranabilir ve yanılırsın. Ayrıca eğer, her düşünce merkezse ve zihin bu merkezler etrafında genişliyorsa, yanılgı onun sonsuz olduğuna dair olacaktır. Ancak değildir. Hiçbir şey sonsuz değildir. Özellikle de zaman...

Sh . 40

* Zihin aynı anda iki farklı düşünceye odaklanamaz...

* Hiçbir düşünce zihnin merkezi değildir. Ve hiçbir düşünce diğerlerinden önemli değildir. Dolayısıyla hiçbir düşünceyi varlığının kaynağı olarak görmemelisin. Varlık nedeni sorusunun yanıtında düşünce kelimesinin yer almadığını bilmelisin. Başlangıçtaki patlama düşünceye ait değildir...

* İlişkilerin zaman içerisinde sıcaklığını yitirmesi doğaldır. Geçmişe özlem duymak, sadece zaman kaybıdır...

* Zihin her şeyi tüketir ve sadece düşünceyi üretir. Tüketimin ve üretimin sürmesi için zihnin genişliyor olması gerekir. Dolayısıyla, sadece genişleme döneminde akıl sağlığından söz edilebilir...

Sh. 41

* Kendine ve hayatın sana sunduğuna inandığım acıya güven...

sh. 49

* Sadece korkaklar yalan söyler...

Sh.57

* Zaman var olan bütün unsurlar öncesinde değişkendir. Her düşünce bir diğerini doygunlukları ve aralarındaki uzaklık ölçüsünde çeker...

Sh.60

*

* Şans oyunları dışında kalan her şey olabilir. Çünkü onlar, tesadüfün olmadığı bir evrende tesadüf açlığıyla yaratılmış düzeneklerdir. Kuralları hayatın işleyişinden farklıdır…

Sh . 79

* Bir hücreye girdi ve kapı kilitlendi. Ancak bu kez de uyarıcıların anıları onu yalnız bırakmadı. Hücreye kilitlenenlerin arasında hayat ve dünya anıları da vardı. Onları unutmak için tek yol, Ben’i de unutmaktan geçiyordu…

Sh. 88

* İnsan öncelikle içinden çıktığı insanla, sonrasında da hayat ve dünyayla zorunlu ilişkiye girdiği için, Ben, varlığı ancak sezilebilecek, ama asla kanıtlanamayacak bir düşünceydi…

Sh. 89

* Dünya, zihinsel felçlilere göre bir yer değildi. Dünya, Ben arayışına saygı duymuyor, hatta böylesi bir arayış içinde olanları cezalandırmak için çaba sarf ediyordu. Dünya düzeneği, Ben’ini arayanlara acı vermek için kurulmuştu…

Sh.90

* Duyguların, düşüncelerin en büyük düşmanı olduğunu öğrenmedikçe, duyguların, sadece birer kelimeden ibaret olduğunu anlamadıkça, onların esiri olarak kalacak… Çünkü duygular, insanın yalnızlığını reddedişiyle başlayan kurgunun sözlüğünde yer alırlar…

* İnsan, Ben’iyle karşılaşana kadar acılar içinde, solucanlar gibi kıvranacak ve tatminsizlik içinde boğularak ölecektir…

Sh.94

* İnsanın amacı ve varlık nedeni, yaratarak yok olmaktır…

* Yaratarak yok olmak, düşüncenin kendi ısısıyla erimesidir. Yaratarak yok olmak, ışığın yoğunluğun artması sonucunda patlayarak evrene yayılmasıdır. Bu süreç ‘Yokavar’ adını alır..

* Yokavar boyunca insan, sahip olduğu bütün bilgi, düşünce ve yeteneği yaratmak için harcamalıdır. Her yapıt yaratıcısının değeri kadar eksiltecektir. Sahip olduğu bütün bilgi, düşünce ve yetenekleri yapıtlara dönüştürmüş bir yaratıcı, Ben’den ibaret kalacaktır. Ben’se hiçlik içindeki insandır. İnsanın ait olduğu yer hiçliktir. Hayatın ve dünyanın ulaşamadığı yer olan hiçlik, insanın son evidir. Hiçlik içindeki insan, yani Ben, varlıktır. Asla varlık bilinci değil. Sadece varlık. Ne eksik, ne fazla. Dolayısıyla Ben, sadece varlığını sürdürendir. Var olduğunu bilmeden. Var olduğunu düşünmeden. İkinci bir düşünceye sahip olmadan. Çünkü varlık, ilk ve tek düşüncedir.

Sh.95

* Hiçbir insan, hiçliğin merkezine erişememiş ve varlıktan ibaret kalmamıştır. Bu yüzden temel kurallar, varlığın bilinci düzeyine kadar geçerlidir. Ondan sonrası, yani varlığın bilincini kaybedip varlıktan ibaret kaldığı andan sonrası, insan zihninin hayal edemeyeceği kadar basittir. İnsan zihninin olamayacağı kadar boş, duyuları ve sezgilerin fark edemiyeceği kadar belirtisiz. Sadece var olmak. Hiçbir şeyin olmadığı bir yerde ve zamanda var olmak.Tatminin, acının, duyguların, sahte amaçların, hiçbir şeyin. Hiçliğin merkezinde bir varlık. Hepsi bu. Bilinen insanın, vardığı anda yok olduğu bir düzey. Son düzey.

* Varılabilecek son nokta, bir noktaya dönüşmektir. Nokta mükemmeldir. İnsanın varlıktan ibaret kalması gibi. Kusursuz bir hal. İnsanın varlık nedeni, hiçliğin merkezinde var olarak mükemmel bir durağanlığa erişmek ve sonsuza kadar o halde kalmaktır. Buna yaratarak, yok olmak denir.

Sh.96

* Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir…

Sh.98

* Klonlama, hatalar içine gömülmüş insanlığın, kendini, hatalarıyla birlikte sonsuza dek var etme çabasıydı. Oysa nesillerin arası, derin kesiklerle açılmalı, her birinin hüküm sürdüğü çağdan sonra dev baltalar genetik halatları kesmeliydi. Genetik ve kültürel mirasın, insana acıdan başka bir şey vermesine olanak yoktu. Her insanın boşluğa doğma hakkı olmalıydı...

Sh.100

* Hayat, elle tutulabilir, gözle görülebilir, kulakla duyulabiliyor, burunla koklanabiliyor, dile tat verebiliyordu. Ancak bütün bunlar, sadece saniyenin yarısı kadar sürüyordu. Oysa insan ortalama altmış beş yıl yaşardı…

Sh.110

* Tanrısal bilgiler fizik kurallarını andırıyordu. İnsanların çözemediği neden ve sonuç ilişkileri açıklanıyordu. Çünkü insanın kendi başına keşfedemediği tek bilgi, bir bedenle yani maddeyle yaşamaya ilişkin olandı. İnsanın iyilik savaşını bedeninin üzerinden yürütmesi olanaksızdı. Kötü olan insan değil, maddeydi. İnsanın, suçluluk duygusundan kurtulup bu gerçeği sindirmesi ve maddeyi gerektiği gibi kullanmayı öğrenmesi gerekiyordu. Maddeye dair her kararın mutlaka iki sonucu vardı. İyi ve kötü. Bir insan diğerine aşık olduğunda, başka insanlara aşık olması olanaksızdı. Madde nitelik ve nicelik sınırlarına sahipti. Dolayısıyla herkese yetecek kadar yoktu. Dinlerin varlığını savunduğu cennete eşdeğer hal, tek bir insanın mutluluk değerinin artması için tek bir insanın mutluluk değerinin azalması gerektiği andı. Kitapta buna mutlak denge deniyordu. Mutlak dengenin gerçekleşmesi için gerekense, maddenin ya da bedenin yerini zihnin almasıydı...

Sh. 112/113

* Gözleri kapalıyken gördüklerini önemsemektense ayna tarafından büyülenmişti. Oysa, iki ayna üst üste kapandığında, ışıksızlıktan yok olan görüntünün yerini hiçbir biçimde yok olmayan zihnin alması gerekiyordu. Sonuç olarak insan, maddeye hak ettiğinden fazla değeri verdiği sürece mutsuz olacaktı...

* Ölümse, yaşarken sindirilmiş bilgilerin zihin tarafından depolanması için verilen bir süreydi. Herkesin bir kasası var ve doğana kadar doğup ölmek gerekiyordu...

Sh.113

* Bilgileri tanıyıp, uygulamak insan iradesine bağlıdır. Tanrısal bilgilerin insana ulaşımı her yolla gerçekleşebilir. Çoğu en akla gelmeyecek yollardır. Böyle olması normaldi, çünkü Tanrı, insan aklına gelmeyen her şeydir. Kişisel ve tanrısal olan bilgileri, bilinçli ya da bilinçsizce öğrenenler yeni insanlara dönüşürler, ancak diğerlerini bekleyen son biraz farklıdır...

* Peygamberlik etmen gereken kişi kendinsin.

Sh.114

* İnkar edilemeyecek tek gerçek, acıydı...


* Zihinsel ağırlığı ne olursa olsun, her düşen beyin, aynı hızda hızlanır...

Sh.132

* Kelimelerin fonetik yapılarını, nesnelerin sürtünmeyle çıkardıkları seslerde bulan Asil, her şeyin kendisiyle konuşmaya başladığını inanmıştı, çünkü gürültüler ile kelimeler arasındaki fonetik benzerliğin tesadüf eseri olduğunu anlayamamıştı...

* Doğaysa nesnelere göre çok daha gevezeydi. Yağmurun her damlası ayrı, bir ağacın her dalı ayrı kelimeleri tekrarlıyordu...

Sh.135

Sh.138

* Kansız acının en acımasız tarafı, bitmesinin beklendiği bir kan dökülme anının olmayışıydı. Kansız acının en acımasız tarafı, ne zaman biteceğinin bilinememesiydi...

Sh.139

* Her insanın yokavarı bilgi, yetenek ve düşüncelerinin düzeyine göre biçim değiştirir. Her insanın yokavarının süresi farklıdır. Tek bir cümlede tamamlanabilecek olanlar da vardır, elli hayat boyunca yaratılanların yetmediği de...

Sh. 147

* İnsanın, hiçliğin merkezinde, varlıktan ibaret kalmasıyla arasındaki en büyük engellerden biri, iyilik bilgisiydi. Bu bilgi insana atılmış en büyük kazıklardan biriydi. Umut ve umutsuzluk arasında gidip gelirken, açlıktan ölmesine neden olacak kadar belalı bilgi...

Sh. 148

* İyilik, ilk öğretilendi. Ancak gerçek değildi. Yaratılması olanaksız eserler gibi, iyilik de bilinen boyutlar dahilinde var olamayacak kadar hayaliydi. Ancak bir yerlerde iyiliğin olduğun inanan ve defalarca hayal kırıklığına uğramaktan mahvolmuş olan insanların yetersiz çabaları, kendilerini tanımalarını engelliyordu. Savaşlar, ihanetler ve yalanlar insana aitti. Ve pişmanlık ya da komşunun hayatını eleştirmek, iyi olmaya yetmiyordu. Hiçbir şey iyi olmak için yeterli değildi. Çünkü dünya ve insan eti, iyilikten yoksundu. İnsanlık, çizginin diğer tarafındaydı. Ancak iyilik ve kötülüğü ayıran sınıra o kadar yakındı ki, iyiliğin ne olduğunu biliyor, ancak hayata geçiremiyordu. Vicdan kelimesi ve duygusu, sınıra yakın olmaktan kaynaklanan bir sahtelikti. İnsan, iyiliğe yakın olan bir kötüydü. Bu gerçeğin insan tarafından öğrenilmesinin zamanı gelmişti. Erişemeyeceği bir huzuru sürekli arzulamaktan vazgeçmeli ve kendisiyle çelişmekten delirmeye son vermeliydi. Gelişimini engelleyen yüksek amaçlara sahip olmayı bırakmalı ve iyiliğe ulaşmak yerine, içindeki kötülüğü dizginlemeyi öğrenmeliydi. Çünkü her ne kadar yakın olsa da, iyilikle arasında asla aşamayacağı bir duvar vardı ve o duvara çarpıp parçalanmaktan vazgeçemiyordu. Her çarpışmada sınırdan daha da uzaklaşıyor ve kötülük topraklarının merkezine yaklaşıyordu. Ne yarattığı dinler, ne ahlak, ne de yasalar...

Sh. 148/149

* İtme gücü, çekim gücünden şiddetlidir...

Sh. 169

* İnsanlık sosyalleştiğinden beri, iyilikten, hayali bir mıknatıs yaratıp, tarafından çekilmeyi beklemiş ancak çekim gücü, insanlığı bir araya getirmeye yetmemişti. Çünkü gerçek değildi. Çünkü insan hayatı, iyilik topraklarında geçmiyordu. Gerçek olan kötülüktü. Beş duyudan beş kez geçip, duygu ve düşünce doğurtacak olan, kötülüktü. Ve amaç sınırı geçmekse, bu sadece kötülüğün itme gücünün kullanılmasıyla olanaklı hale gelecekti. İnsanlığın iyiliğe yönelmesinin tek yolu, kötülükten kaçması olacaktı..

Sh. 169/170

* İnsanlığın sonu diye düşündü Asil. Nerede durması gerektiğini bilememekten gelecek. Sınırın hangi yakasında doğduğunu ve hangi yakasında öleceğini bilememekten gelecek, insanlığın sonu...

Sh.178

* Her şey bitti. Bundan sonra düşünmeyecek, bilmeyecek ve yaratmayacaksın...

Sh.213

Hakan Günday...



Share/Save/Bookmark