Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Har...

Hakikat boş bir kağıttan ibarettir, yanıverir...




* A yerlilere birbiri ardınca bin melekle yardım edici değildi, insan bir kurtçağız, bir böcekti, insan haksızlığı su gibi içmekteydi, haksızın azı dişleri yerli yerindeydi, A'nın karşısında ölüler diyarı çıplaktı, mahşer gününde herkes anadan doğma dirilecekti, ama kimse kimseyi dikizlemeyecekti, işimiz başımızdan aşkın olacaktı, içimdeki ruh beni sıkıyordu, içim açılmamış şarap gibiydi, A sığındığım kayamdı, kalkanımdı, kurtuluşumun kuvvetiydi, yüksek kulemdi, süt gibi döküp peynir gibi mayalamıştı beni, hayatımdan tiksiniyordum, damağımda günahlarım geziniyordu, gıdıklanıyordum, kaybolmuş koyundum, şaşırmıştım yolumu, yaban eşeğinin sıpası gibi doğmuştum, insan ki meşakkatte doğardı, kıvılcımlar yukarı uçar gibi, esvabım tarçın kokardı, sütü sıkarsan yağ, burnunu sıkarsan kan, öfkeni sıkarsan kavga çıkardı, derin uykudayken çıkmıştım içeriden, anam rahminin kapılarını kapatmıştı, gün gelecek, elbet benim de yaralarıma kuru incir basılacaktı, o gün yemekte taze incir vardı:


* Annem besili bir tavuktu. Mutfakta mesai yapa yapa düdüklü tencereye dönmüştü. Gerek sofra ahalisini helme fasulyeler eşliğinde kendinden geçirmek, gerekse beş para etmez meselelerde yerli yersiz gıdaklamak bakımından bir ömre bedeldi. Lakin evin içinde lastik top gibi oradan oraya çarparken ve tüyleri babam vasıtasıyla tek tek yolunurken, öttürdüğü düdüğü kimseler duymazdı.

* Suretimde aile büyüklerinin sağlama yapabilmesini sağlayacak derlitoplu bir kerrat yerine, mührü çoktan vurulmuş bir tasdikname taşıyordum. Onların gözünde ben şerre kadem basmıştım.

* Dışarıda havanın pırıl pırıl parladığı günlerde bile binanın içindeki kesif kasvet varlığını sürdürür, en parlak renkler dahi çok geçmeden pastelleşir, silikleşirdi. Orayı bitirmek demek, ruhu bitirmek demekti...

* Bu ülke, ki Netamiye derler adına, ulu bir ejderhanın mide fesadından doğdu. Biz oradaydık, gördük her şeyi. Kıyametin yarım boy küçüğü bir alamet gündü. Yalan elbet, ulu falan değildi ejderha. Kanatlarından irin saçan, pespaye bir yaratıktı aslında. Hastaydı, uçarken kusuyordu sürekli. Şöyle son bir kez titredi, süzülürken ağzını açtı ve macunumsu fokurdak bir sıvıyı, uzun ince kilimler misali, kadim suyun ortasına seriverdi. Ejderha olgun bir armut gibi yere düşerken, macunkilim de hızla katılaştı, kabarcıklarından dağlar vadiler denizler hasıl oldu, bu ülke böyle vücut buldu.

Üzerinden her daim ekşi kokulu dumanlar tütmesi ondandır.

* Büyük karanlıktan sonraki ol yaradılışa tanıklığımız bizi muteber kıldı mı? Ne gezer! Göz kamaştıran muazzam alemlerin bir toz zerreciğine sığışıp yittiği, cümle ateşli destanların keskin bir ünleme kapılıp gittiği demler gördük de, hiçlikten kurtulamadık. Hiçlik kötü değildi elbet, hayatta bıraktı. Lakin başlarını ağır ağır kaldırıp alemlere korkulu bir huşuyla bakanlara malum olsun ki, göklerin de paryaları vardı.

Alemleri koca bir deftere temize çeken Büyük A'nın, defterin ilk satırına yazdığı ilk kelime, ağır mı ağır bir küfür, zikredilmekten korkulan bir bedduaydı. Meleklerin anlattığına göre Büyük A, "Bundan önceki ilk kelimem dirime övgü oldu da ne oldu? Cümle alemler başıma geçti. Bu kez ilk kelimem insandır," demiş ve kutlu kalemini kızıl çamura batırıp dediğini yazmıştı. Alemlerin lisanında insan "pislik içinde boğulmak" demekti ki, başkasına "insan ol" diyecek kadar gözü karartan ilahi varlık, bin yıllık dilsizliği göze almış demekti.

* Seçenekler arasında katı bir şey bulunmaması hiç hayra alamet değildi. Bilirdik ki, katıya yakın olan güvende olurdu. Lügat-ı alemde, "taşa oturan şapa oturmaz" şeklinde bir deyim bile vardı. Bize bitap bakan meleğe, "Taş yok mu taş?" diye sorup, "Merak etmeyin, katının ömrü kısadır, buharlaşır," yanıtını aldıktan soma, çaresiz, elimizi havaya buladık.

* Lakin biriktirdiğimiz onca hikayeyi Büyük A'dan başkasına anlatamadık, Dilimiz bağlanmıştı zira, ilahi piramidin tüm mahluklarına bahşedilen hikaye anlatma kabiliyeti esirgenmişti bizden. Hacmimize mahkumduk. O yüzden cisme varıp insanların arasına karışamadık. Asırlar süren meşakkatli seyahatlerde, edebi bir suskunluğun, bir yarı görünmezliğin esirleri olarak, kesif bir bulut kafilesi halinde semalarda dolaştık durduk. Tek bir harfe giydirilen o alengirli şapka marifetiyle makul ve meşru kılınan insani günahları kuşbakışı seyredip kahrolduk.

* İnsanın kelimeleri örse yatırıp hakikati yamultma becerisine hayran olmamak elde değildi. İskelet yığınlarının üzerinde hayatı, buzdan soğuk zincirlerin üzerinde hürriyeti en hararetli cümlelerle kutsayan ülkeler kurabiliyorlardı mesela. Açlıktan nefesleri kokarken kurt sütü içtiklerine, mecalsiz kollarını kıpırdatamazlarken demir dağlar deldiklerine, miskin miskin oturup geviş getirirlerken dörtnala bozkırlar geçtiklerine inanabiliyorlardı, zira bizdeki gerçek hikayelerden bihaberlerdi.
Biz ne kadar avaz avaz anlatsak da, sözlerimiz duyulmaz, insani menzile erişmezdi. Halbuki körlere ışık, dilsizlere kelime, sağırlara ses, aksaklara denge, yani cümle bahtsızlara baht biçebilecek nice hikayelerimiz vardı, bizde kaldı.

Bağlanan sadece dilimiz değildi üstelik, biz de birbirimize bağlanmış, adeta yapıştırılmıştık. Çok, lakin tektik. Yalnız, lakin kalabalıktık. Nereden ve ne sebepten üzerimize sıvandığını anlayamadığımız bu lanetli yekparelikten, bu şer kaderden yakınmaya da hakkımız yoktu. Cürmü meçhul köleler, ilahi nizamın hadımları, gökler aleminin paryalarıydık. Milyon asır var ki biz, yani gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutlar, bu azap üzre yaşadık.

* Anlaşılan Tefail, fazla tozdan koku alma melekelerini hepten yitirmişti...

* Bu melek takımı böyleydi işte. Hem gökler katında hem yerler altında her halta musallat olup işleri karıştıran onlardı, lakin bütün kabahati fanilere ve bize yıkıp ortadan toz olan yine onlardı.

* Belki de bizde insanlara karşı muhabbet hasıl eyleyen şey, bizi o sese mahkum eden kara yazımız, tam da o acz halimizdi, kim bilir...

* Kahramanlığın ve dalyanlığın ölüme mani olmadığını biliyorduk artık.

* Savaşlar olmasa iyiyi kötüden, yiğidi ödlekten nasıl ayıracaz...

* Zamanın latif bir rüzgar, hakikatin nazif bir yaprak olduğunu idrak etseydiniz, hem vakit çabuk geçerdi hem de anlattığınız hikaye güzel olurdu...

* Hakikat boş bir kağıttan ibarettir, yanıverir...

* Hakikatin yerine hakiki olmayanı koymak ne kadar da zordu. Zor, ama bir o kadar da zevkliydi. Bir kez hakikat hudutlarını aştığında, akıl zehir gibi işlemeye başlıyor, kelimeler tuhaf bir kudret ediniyordu. Zira kelime, artık kelimeden fazla bir şey olduğunu biliyordu...

* Büyük A'nın temel prensibiydi: İnsan, manası küfre dahil olsa da, onun eseriydi, insanların hepsi eşitti ve hiçbir insan hor görülemez, hatta hoş bile görülemezdi. “Hoş görmekte bir aşağılama türüdür. İnsanları hoş gören, aynı zamanda hor görüyordur.” diye yazıyordu, ilahi mahluklar için genel kılavuzda...

* İnsanın ruhuna erişeceksen, deliğinden değil yarasından gireceksin...

* Mezarın üzerine koyuyorum irice bir taş, elim yüzüm tozlu topraklı beyin, soruyorum küçük Onüç'e, beyin nasıl bir fıskiyedir ki, açıklıklarda fışkırmaz, fışkırır dar mekanlarda.
Dar mekanda savaşılmaz, diyor, savaşta da beyne ihtiyaç olmaz...

* Okumak mağlupların işidir...

* Bir gürültü kusma mesaisi, yolcuların gövdesine dair acımayla öfke arasında gidip gelen hissiyatlarını malum neticeyle buluşturuyor. Tiksinti... Öyle olur, acıdığında öfke de duyarsın, netice
tiksintidir...

* Öyle insanlar var ki, bazı sesleri kilometrelerce uzaktan duyuyor. Nerede bir güvercin uçsa, onun kanat sesini duyan biri var, ölü. Öfkeli bir genç var sonra, nerede silah sıkılsa, kurşun sesini vardığı yere kadar takip ediyor, üzerine bir de oturup ağlıyor, o da ölü.

* Film mi iyidir, kitap mı, diye soruyor Onüç günün birinde.

Boş ver filmi, diyorum, kitap iyidir, tuğla gibi olmadıkça. Herkes kitap okuyabilir mi, diye devam ediyor. Ulu Önder sağolsun.

* Değişik çalışıyor bu yamukların kafası. Yap dediğini yapmıyorlar, yapma dediğini yapıyorlar. Sabahlan mesai, "Çalışmaaa!" komutuyla başlıyor, akşamlan "Herkes iş başınaaa!" komutuyla bitiyor.

Yamuklar bir tuhaf, çok tuhaf. Yamukondokuz, makineden basılı kağıtlar çıktıkça hüngür hüngür ağlıyor. Niye ağladığını sorduğumuzda, boş bir kağıdı gösterip, "Baksana ne kadar beyaz, ne kadar temiz ... Kirlendi işte şimdi," yanıtını veriyor, ama ağlaya ağlaya çalışmaktan geri durmuyor.

Yamukyirmibir "K" harfinden korkuyor. Kağıdın üzerinde ne vakit "K" görse, "Kurt kurt, boz kurt, kaçın, ısıracak!" diye bağırıp ortalığı velveleye veriyor, o öyle bağırınca herkes köşe bucak kaçmaya başlıyor. Çaresiz baskı bölümünden alıp temizliğe veriyoruz onu.

Yamukonyedi'nin durmadan mırıldanması dikkatini çekiyor günün birinde Onüç'ün. Varıp baktığımızda, basılan her satırı ezberleyip tekrarladığını anlıyoruz. Kelime kelime tekrarladığı rekorlar kitabında hatırı sayılır bir yeri fazlasıyla hak ediyor.

* Külden ev yapılmıyo, bi kez yemeye başladıysan, kötek peşinden geliyo...

* Ölüm kolay gitmiyo bi kez uğrayınca...

* Ne zaman yazacağım hakikat kitabını, diyorum, hadi başlayayım artık. Kederle gülüyor Onüç, yazmayı çok mu istiyorsun, diye soruyor. Evet evet, diyorum hevesle, kalan korkularımdan bu sayede kurtulacağım, diyorum, ve artık tamamen unutacağım...

* - Bir tane kitap ne yapabilir ki?

- Devasa camiler inşa eder Numune kardeşim, muazzam kiliseler diker, okyanuslar dolusu kan döker, kan dindirir, milyarlarca hayatı karartır, milyarlarcasını aydınlatır…

* Ne elmalarla ayvalar ne de Otuzbeş'in kurguladığı filmler işe yarıyor. İnsanlar hakikati idrak etmek şöyle dursun, dillerinde binbir yalan hikaye, bellerinde türlü çeşit nafile silah, kitleler halinde kutuplara göç etmeye başlıyor. Fakat buzdağları hızla eridiğinden, karşılarında yutucu sellerden başka bir şey bulamıyorlar, hepsi telef olup gidiyor.

* Büyük A kafaya koydu ... Yeryuvar'ın işi bitti... Azar azar ısıtmak suretiyle tahliye ediyo burayı. .. İklim falan yok artık ... Başka bi gezegene taşınacaklar ve sadece yakınlaştınlmış meleklerle cinlere gitme izni var ... BüyükA orda tamamen farklı bi nizam kuracak diyolar ... Bu kez bitkilere dikmiş gözünü ... En sorunsuz mahluklar onlar, kendi kendilerine çıkarlar, kendi kendilerine ölürler, kimseye zararları dokunmaz, kafa ağrıtmazlar diyesiymiş ...

* Gözyaşlarından Bahtıyok'u göremiyorum, çöküyorum dizlerimin üzerine, ölmek istiyorum, göçmek istiyorum, kaybolmak, buharlaşmak, unutmak istiyorum ...

* Onüç başını yukarı kaldırıyor, "Hadi gelin," diyor usulca, "çok özledik sizi."

O böyle der demez, yukarıdan aşağı çift çift ruhlar inmeye başlıyor.

Palaskalı her Netam'ın yanında, poşulu bir Xırbo var. Onüç çenesini sıvazlayıp soruyor:

"Niye çift çift iniyo yahu bunlar?"

Tefail yanıtlıyor:

"Onlar kardeştirler, ayrılmazlar ... "

Bu kez Sonyamuk salağı, kalemini dişleyerek soruyor:

"Ya ayrılırlarsa?"

Tefail bir puro yakıp kederle gülüyor.

"Olsun," diyor, "yine de kardeştirler."


Murat Uyurkulak...

Share/Save/Bookmark

Bin Elma Mor Ayva...

BAB02
BİN ELMA MOR AYVA

Karapınar taşar gider, bir canım var akar gider ...
Adıyaman ağıdı


0.

Yetti okuduğun.
Artık yaz.
Yaz, alemdeki son imzan bir kelime olacaktır zira.
Güçlü olsan da yaz, zayıf olsan da.

1.

Zayıfsan, bakma kim olduğuna, geç da1ganı ferah feza güçlünün yazdıklarıyla.
Güçlüysen bırak gülsünler yazdıklarına, ihtirasa kapılma.
Umutsuzluk seni hapseder, ama kurtuluş bulamazsın o zindanda da.
Zayıfın sığınağıdır kelime, güçlünün cümlesinden alır intikamını mutlaka.

2.

İhtiyarları anla, onları yabana atma.
Bütün hastalıkları, gencin zalim sağlığından yeğdir zira. Aileni sev, anneni en başta.
Son kurtuluşu başka yerde bulamazsın, onun kucağından başka.

3.

Çalış, ama işe bağlanma.
Çalışmaktır bütün hazları öldüren.
Herkesin sevdiği insanlardan kork, kelleni alanı önce o affeder.
"Ben" diyenin zulmü, "biz" diyen kadar amansızdır, unutma.

4.

Son nefesini huzurla veriyorsan, alçaksın.
Son sözün itiraf olmalıdır, son nefes verilmez gönül rahatlığıyla.
"Seni böyle seviyorum" diyenlerden kork.
"Öyle"nden tiksinmektedir zira.

5.

Şen muhabbetlere bel bağlama.
Söz bir akreptir artık, zehirler.
Gerçek hazza bat, sahte hazza inanma.
Yalnızlıktan başka kapı yoktur sana.

6.

Yalnızlığın seni üşütsün, başkasını değil.
Tekliğin rüzgarındaki soğuk ihanettir zira.
Ne varlığın bulunmaz bir elmas olsun.
Ne de bir küfür başkalarına.

7.

Alemin gürültüsünden yorulduysan.
Tapınaklarda sükunet arama boşuna.
Acı arıtmaz günahkar vücutları.
Ruhlar acıya çoktan sağır zira.

8.

Yaz, ama büyük harfle başlama.
Kelimenin çağırdığı kibirden sakın.
Kusursuz cümle isteyen düşüğünü bulur kapısında.
En az bir harfin işrete meyillidir, unutma.

9.

Yalandan uzağım diye gururlanma, marifet değil.
İnce bir tüldür o, elbet tenine değmektedir.
Dürüstlük vazedenlere asla dönüp bakma.
"Hakikat" dediği an, bil ki kastetmiştir canına.

10.

Ev dediğin dört duvar lağımdır.
Eş dediğin çoktan kaybettiğin irtifa.
Yuva yoksulun gündüz kabusudur.
Zenginse çürür hem ayakta hem yatakta.

11.

Evin cehennem yatağı bir kez dağıldığında.
Geriye kalan çırılçıplak nefrettir.
Saadetli maziyi çekmecelerde arama.
Balık baştan kokar, hakikat uğramaz asla yuvana.

12.

Ruhunu düşürüp kaybettiysen eğer yuvanda.
Git dolaş günahkar sokaklarda.
Fahişeler okuyacaktır sicilini, verecektir dermanı sana.
İyileşip çıkacaksın ve eşini göreceksin yan sokakta.

13.

Yurtsuza acıma, zehri öldürücü olur.
Yanlıştır kelimesi, yamuk bakar etrafa.
Kudretlinin kapısında eğilme, kaç, açıl ummana.
Zahir ummanda da bir yol bulamazsın çıldırmaktan başka.

14.

Sebat et, basiretli ol, ihtiyatlı yürü diyenlere aldanma.
Vicdan ket değildir artık alemlere şer saçanlara.
Kapalı kapılar ardında umut bulamazsın.
Temkin kana çalıyor, kapılar gazaba benziyor, meydanlar mezara.

15.

Pintinin hesabı tilkinin aklını alır, değil ki sen.
"Ben ve ben ve ben" der, ne zaman alışverişe dursa. Ona hayrın dokunsa intikamını alır mutlaka. Dokunduğu yakutu küle çevirir anında.

16.

Hürsün, ibaretsin kendinden, diyene vur bir tekme.
Zengin dediğin girer herkesin yatağına, yastığına tükürür.
Sağlığına duacı olanları bir saniye bile yaşatma.
Nezaket dediğin çoktan dönmüştür kara bir şakaya.

17.

Pazarlara çıkıp tezgahlara bakma boşuna.
Ne yapsan anlayamazsın artık paranın sırrını.
O tezgahın üzerindeki çürük domatessin artık.
Ölüm olsa olsa bir armağandır sana.

18.

Sığınak yok artık, barınak cehennem, evler mezbaha.
Hısım dediğin dili küf, içi kof bir cesettir sana.
Gökten yağan ateşlerle yıkılan mekan kurulmaz bir daha.
Madem ki çıktın, edepliysen girme duvarlar arasına.
Yanlış hayat doğru yaşanmaz, bu sözümüzü asla unutma.

19.

Kulağındaki bu gürültü hiçbir şey, daha artacak, yırtacak zarını.
Kendiliğinden ışıyan aydınlıklar kamaştıracak gözünü bir anda.
Kendiliğinden kapanan kapılar göreceksin, akan sular, kazılan mezarlar.
Makine senden zalimlik ister, kollarını kıskanır, izin vermez insanlığa.

20.

Merhamet kelimesini tasarruf et, savurma, daha ne azaplar var zira.
Mesafelerin değerini bil, en yakınındaki en yabancıdır sana.
Ayıbı çıkar kitabından, ayıp, alem külliyen ayıp olduğu için ayıptır.
Sözün açığı katildir, tevazu kimseye kıymet vermeyen bir ama.

21.

Yardım ettin, hayır işledin, adını da vermedin, çok beklersin sevabı.
Hediye verdin, sevdiğini sevindirdin, sen de sevindin, çok beklersin ferahı.
Zira açık bir kibir vardır her yardımda, muhtaç adını bilse, öldürür seni mutlaka.
Ve hediyeler birbirine benziyor artık, yani küfrün duruyor o parlak ambalajda.

22.

Kulağını aç, dinle o zarif müziği, sahtekarlığın notalarıdır bunlar.
Kitaplar çoktan yalana dönüşmüş, lakin okumaktasın hala.
Hayattan ve haktan dem vururken, gölgene dön bir bak.
Elinde zalimin hançeri var, gölgen senden daha dürüst zira.

23.

İçindeki kara kalabalığı gör.
Kalabalığın kaynaştığı mahşer gününü.
Öfkeyle kalkan zararla oturmaz daima.
Bir ülkedir artık o, çoğul ve katil oturur koltuğunda.

24.

Kim ki muzaffer bir edayla durur karşında.
Kim ki bakmaz aşağılara, bakar hep semaya.
Kim ki hep sopasını gösterir aciz sopasızlara.
Tez uzaklaş yanından, cezalandırılacaktır o kalın kamışla.

25.

Hikayeni soranlara iyi bak, kalem var mı diye yanında.
Sen başlayınca anlatmaya.
O kalemiyle yazacaktır her kelimeni.
Tecavüz edecektir mazine rakamlarıyla.

26.

Hikayeni çaldırma, naranı çaldırma, gayeni çaldırma.
Tetik ol, afişlerde görürsün en mahremini sonra.
Hakikat var mı sanırsın okuduğun onca kitapta.
Kitap da maldır, alınır satılır, bir de övülür utanmazca.

27.

Hikayelerin en muazzam derinlere dalacaktır.
Sen bir kez utanmayıp hazzı yaşadığında.
Lakin o derinlerde de barınamazsın fazla.
Geldiği gibi gider haz, kalbini de götürür yanında.

28.

Deniz sezgisi edinmek istersen okyanusa bak.
Dağ sezgisi edinmek istersen ağrıyan yerine bak.
Cemaline gül dolacaktır, biriktirdiğin onca hikayeye.
Eşsiz ve hunhar bir manzara görmek istersen, aş okyanusu da.

29.

Mutluysan korkmazsın rüzgardan.
Mutsuzsan her esinti azaptır sana.
Zalim kendini müdafaa etmeye başladığı an.
Sancaktan don biçecektir kendine, unutma.

30.

Hakikati bilmek istersen, başla sayıklamaya.
Öğrendiklerini derhal unut, zarafeti göm mezara.
Yırt bütün kitapları, hepsini tekrar yaz.
Sabırlı ol, makineden medet umma.
Basman için elbet yardım ederiz biz sana.

31.

Öfkeni heba etme, fazla öfke düşmanına benzetir seni.
Ama dalkavuk da olma, güvenme önünde durana.
Sırtını sıvazlar daima, sen geç öne der, savaş yalanla.
Sen savaşmaya başladığında, bir saniye bile durmaz arkanda.

32.

Mazlumun hışmından kork, nefret eder hayattan zira.
Maziyi yok etmek için maziye sahip olmak gerektiğini bilmez.
Zalimin yüzüne bakınca bazı mazlumlar, ihtişamlı maziye haset eder.
Birbirlerine eski güzel günleri anlatırlar sonra, mazlum hayatı sever.
Biz öyle sevilen hayattan hayır görmeyiz, mazlumun çatısı çöker.

33.

Hiçbir savaşa inanma, silahların fiyat etiketi var.
Mağlup, iflas etmiş esnaftır, gülerek şarkı söyler.
Galip, becerikli esnaftır, gülerek şarkı söyler.
Kol kolo dans ederler mezarların karşısında.

34.

Bilgi hilekardır, işine geldiğinde okşar hakikati.
Biliyorum diye sevinme, eğer kudretin yoksa.
Ne kudretin aklını çelmesine izin ver.
Ne de aczin şerefiyle kastet aklına.

35.

Zalimi alt ettim diyenlere kulak asma.
Hakikati fethettim diyenlere inanma.
Hakikat narin bir ceylandır.
Hala zıplar gezer en yüce dağlarda.

36.

Bir sandık bul kendine, bir defter, bir de kalem.
İzin verme tek bir ölünün isimsiz kalmasına.
Ölüm ilanlarına asla güvenme, rahat bulma.
Çoğunluk yanlış yazarlar merhumun adını da.

37.

Gerekçe sunan, izah bulan çok olacaktır aczine.
İnanma hiçbirine, seni gövdenin arafında tutmak isterler.
Hakikat bugün var yarın yok bir serçedir artık.
Cennetten umudu kesme, hazzı her daim özle.
Biz ikisini de sana helal ettik, iste, korkma.

38.

Sana bu alemde haz yoktur diyene de.
Kaybettiğin hazzı sana bulacağım diyene de.
Bana bir gül, sana alemleri vereyim diyene de.
İnanma. Zira mezarını çoktan kazmıştır oracıkta.

39.

Şahsiyetinin yarasından söz edip ruhunu parmaklayanlar var.
Onlar en acımasız düşmanlarındır senin, bunu hiç unutma.
Şahsiyetli insan çıldırmaz, ne de tamah eder büyücünün yalanına.
Hakiki mülkün ruhundur, esenlik sana mahsustur, kimse dokunamaz ona.

40.

Hastalardan hasta beğen, yaradan yara.
Hastalığını emsalsiz sananlar yanılır.
O en eski yerinde gülen bir çocuk var.
Bul onu, gör onu, yaklaş yanına, okşa, okşa, okşa ...

Murat Uyurkulak/Har...

Share/Save/Bookmark

İlahi Komedya/Araf...


Birinci Kanto...

70- Özgürlüğünü arıyor o, özgürlüğün bedelini uğrunda can verenler bilir en iyi...

103- Yapraklı bitki, gövdeli bitki de burada yaşayamaz, çünkü dalgalara karşı koyamaz...

İkinci Kanto...

64- Az önce bir başka yoldan buraya vardık, öyle çetin öyle sarptı ki, yokuş çıkmka bizim için çocuk oyuncağı artık...

79- İçi boştu gölgenin!..

121-Bu ne aymazlık, bu ne umursamazlık?.. Hemen dağa çıkın, Tanrı'nın size görünmesine engel olan kabuğunuzu bırakın!...

Üçüncü Kanto...

133- Umut çiçeği açtığı sürece, onların ahı yok etmez sonsuz sevgiyi, geri dönmeyecek bir biçimde...

Dördüncü Kanto...

1- Duyularımızdan birine acı ve zevk egemen olursa, öyle kaptırır ki ruhumuz kendine bu duyguya
4- artık öteki duyuları tanımaz bile ve bu olgu, birden çok ruhumuz olduğuna inananların görünüşünü çürütür...
7- Ruhu büyük bir güçle kendine çeken bir şey görülürse duyularsa, zaman bir çırpıda akıp gider,
10- çünkü zamanı algılayan yeti başka, ruhu içeren yeti başkadır, biri bağımsız, öteki bağımlıdır...

22- Üzümler olgunlaşınca asmaların dibine bağcının çatalla açtığı delik bile, daha geniş olurdu bu geçitten...

52- Yüzümüzü geldiğimiz doğu yönüne döndük, aştığımız yola bakmak güç kaynağı oldu bize...

85- Ama ne olur, bana söyle, daha ne kadar yolumuz kaldı geriye, çünkü dağın yüksekliğine gözlerim erişemiyor...
88- Dedi ki : Bu dağ öyle bir dağdır ki, başlangıcı çok sarptır, ama yükseklik arttıkça zorluk azalır...
91- Bu nedenle, dağa tırmanış, akıntıya kapılmış bir gemi gibi kolayladığında,
94- yolun sonuna varmış olacaksın; bekle yorgunluğunu orada çıkartırsın...

127- Kardeş yukarı çıkmak neye yarar ki? Tanrı'nın kapıda duran meleği, cezamı çekmeme izin vermez ki...

Beşinci Kanto...

16- Düşüncesinin üstüne düşünce yeşerten, uzaklaşmış olur ereğinden, ikinci düşünce güçsüz kılar ilkini...

82- Bataklığa doğru koştum oysa, sazlar, çamurlar engel oldu kaçmama, yere düştüm; damarlarımdaki kan göl oldu toprakta...

Altıncı Kanto...

1- Zar oyunu sona erince yenilenin içine sıkıntı düşer, zarlara sarılır yeniden, bilensin diye;
4- herkes yenenin peşinden gider; kimi önde yürür, kimi onu arkasından çeker, kimi varlığını yanında belli eder;
7- yenen, durmayıp yürürken herkesi dinler, elini uzattığı, çekilip gider; böylece kurtarmış olur kendini...

136- Doğruyu söyleyip söylemediğimi olaylar göstermekte...

Yedinci kanto...

25-Senin peşinde koştuğun, benim ne yazık ki çok geç tanıdığım yüce Güneş'i yaptıklarım için değil, yapmadıklarım için yitirdim...
28- Aşağıda, acı çekenlerin değil, yalnızca karanlığın hüzünlü kıldığı bir yer var, orada çığlık değil, iç çekişidir yakınmalar...

49- Gece çıkmak isteyeni biri mi engeller, yoksa gece çıkmayı beceremez mi?
52- İyi yürekli Sordello parmağıyla bir çizgi çizdi yere ve “dinliyor musun?” dedi, “güneş batınca bu çizgiyi bile geçemezsin...”
55- gecenin karanlığından başka bir şey engellemez yukarı gitmeni; ama karanlık yok eder insanın yukarı tırmanma isteğini...

88- Bu yükseltiden daha iyi seçerseniz her birinin yüzünü, yaptığını ettiğini, vadiye indiğinizde böyle görmezsiniz...

121- İnsanların erdemlerinin çocuklarına geçmesi az rastlanır...

Sekizinci Kanto...

34- Aşırı ışık köreltmişti gözlerimi...

Dokuzuncu Kanto...

85- Dikkat edin, yukarı çıkmak üzebilir sizi...

94- İlk basamak mermerdi, temiz mi temiz, kaygan mı kaygandı, bir aynada gibi gördüm onda kendimi..
97- İkinci basamak karaya çalıyordu, enine boyuna çatlaklarla dolu kireçli sert bir taştan oluşmuştu.
100- En üstte yükselen üçüncü basamak, sanki tutuşmuş somakiydi, damardan fışkıran kan gibiydi..

112- İçeri girince bu yaraları temizlemeyi sakın unutma...

121- Anahtarlardan biri yerine oturmayıp da, kilidin içinde dönmezse gerektiği gibi, kapı açılmaz...
124- Biri daha değerlidir; ama öteki açmadan önce çok bilgi beceri ister, çünkü düğümü asıl o çözer...

127- Kapıyı kapayıp da yanılmaktansa, açıp da yanılmayı yeğle...

130- Dönüp de arkasına bakan, dışarıda bulur kendini...

Onuncu Kanto...

127- Niye yükseklerde uçuyor ruhunuz, gelişmesi bitmemiş tırtıllar gibi kusurlu böcekler olduğunuzu bilmiyor musunuz?..

On Birinci Kanto...

82- Artık onurun çoğu onun, azı benim...

91- Ey insan yeteneğinin gelgeç başarısı!..Ne kısa süreli doruklarınızın yeşili, peşinden gelmezse eğer fırtınalı günler!..

100 – Dünyada ün denilen, tıpkı bir esinti, bir o yandan eser, bir bu yandan gelir, yönü değiştikçe adı da değişir...

106- Bin yıl dediğin, sonsuzluk ölçeğinde, eşittir gökyüzünün en ağır dairesine göz açıp kapayıncaya dek geçen süreye...

115- Sizin ününüzün rengi tıpkı ot rengi, bir koyulaşır, bir açılır, topraktan çıkaran kişi soldurur yine bu rengi...

On İkinci Kanto...

4- Bırak onu ilerle, çünkü yelkenleriyle, kürekleriyle, herkesin elinden geldiğince kayığını yürütmesi gerekir bu yerde...

13- Aşağıya çevir gözlerini, görürsen ayaklarının nerede gittiğini, güvencede bilirsin kendini...

94- Ey gökyüzüne uçmak için yaratılan insan, niçin düşüyorsun en ufak bir rüzgarda?..

124- Ayakların yenik düşecek iyi niyetine artık yorulmamakla yetinmeyip keyif de alacaksın tırmanmaktan...

On Üçüncü Kanto...

73- Beni görmeyenleri görerek yürümek, bence onları aşağılamak demekti...

76- Konuş ama az söyle, öz söyle...

On Dördüncü Kanto...

52- Daha derin boğazlara indiğinde kurnaz mı kurnaz tilkiler bulur önünde, olanaksızdır bunları faka bastırmak...

76- Senin bana yapmak istemediğin şeyi, benim sana yapmamı istiyorsun demek ki...

85- Ne ektimse onu biçiyorum şimdi; ey insan soyu, niçin bağlıyorsun yüreğini başkalarının dışlandığı yere?..

94- Zehirli bitkiler sardı her yanı, toprağı işlemek için artık çok kalındı...

142- Bu sesler birer dizgindi, amacı insanı sınırları içerisine çekmekti...
145- Ama zokayı yemişsiniz, kendine sürüklemekte sizi eski düşmanınızın oltası; bu nedenle dizginin de, uyarının da olmuyor yararı...

On Beşinci Kanto...

49- Bölüştükçe azalan şeylere yöneldiği için isteklerinizin ereği çekememezlik kabartmakta yüreklerinizi...
52- Ama en yüce dairenin sevgisi yukarıya doğru yöneltseydi isteklerinizi içinizde bu tasadan eser bile kalmazdı...
55- Çünkü ‘bizim’ diyenlerin sayısı ne denli çok olursa, o denli zengin kılar her şeyi...

61- Birkaç kişinin bölüştüğü bir değeri, çok sayıda kişi bölüşürse, o kişilerin daha varsıl olmaları düşünülebilir mi?..
64- Dedi ki: “Aklın hala dünya işlerinde senin, bu nedenle olmalı, gerçek ışıktan karanlıklar derlemektesin...”

70- Ateş ne denli çoksa, o denli çok verir kendini, böylece ne denli yayılırsa sevgi o denli çoğalır sonsuz erdem, üzerinde...
73- Ne denli çok yürek tutuşursa yukarıda, o denli çok olur sevginin ereği, bir ayna gibi yansır erdemler karşıdaki ruha...

103- Ceza verirsek iyiliğimizi isteyenlere, ne yaparız kötülüğümüzü isteyenlere?..

115- Ruhum esrimeden silkinip de, çevresindeki gerçek nesneleri görünce, hatamın beni yanıltmadığını anladım...

127- Yüz maske bile taksan yüzüne, aklından geçen en küçük düşünce bile bilgim dışında kalmaz benim...

136- Uyku sersemliğini atmada tembellik edenleri, zaman zaman böyle dürtmeli...

On Altıncı Kanto...

34- Duman engellerse görmemizi, kulaklarımız birleştirir bize..

58- Seninde dediğin gibi dünya da erdemin zerresi kalmadı, kötülükler sardı her yeri,
61-ne olur bunun nedenini söyle, öğrenip başkalarına söylerim ben de, kimisi yıldızlara, kimisi buraya bağlıyor nedeni.
64- İlkin derin bir iç çekti “Of!” dedi inler gibi, sonra Kardeş diye söze girdi, dünya kördür, seninde oradan geldiğin belli.
67- Gökte buluyorsunuz her şeyin nedenini siz canlılar, her şey sanki onunla sürükleniyormuş gibi.
70- Böyle olsaydı, hiçbir şey elinizde olmazdı, iyiliğe sevinmenin, kötülüğe üzülmenin bir anlamı kalmazdı.
73- Evet, gök başlatır davranışlarınızı, ama her davranışı değil, öyle bile olsa, iyi ile kötüyü ayırt edin diye
76- ışıkla istenç verildi size, gökle ilk çatışması zor gelse de istence, sonunda hep üstün gelir, eğer iyi beslenirse.
79- Özgürsünüz, daha yüce, daha değerli bir güce bağlı olsanız bile; aklınızı bu güç verir size, gökler karışmaz aklın işine...

109- Kılıç asayla birleşince, zoraki birleşme yalnızca kötülük getirdi...

112- Başağa bak iyice, çünkü tohumundan belli eder kendini bitki...

On Yedinci Kanto...

22- Aklım öyle kapandı ki, kendi içine, dıştan gelen hiçbir nesne giremez oldu içine...

58- Bir gereksinimi görüp de yardım işareti bekleyen, yardım etmeyecek demektir...

94- Doğal sevgi hep hatadan arınmıştır, ama öteki hata edebilir, değersiz bir nesne seçerek, gereğinden fazla ya da gereğinden az severek...

103- Sevginin, içimizdeki her erdemin ve ceza gerektiren her eylemin tohumu olduğunu anlamalısın sende...
106- sevgi içinde doğup yeşerdiği güzellikten çevirmeyeceği için gözlerini, her nesne korunmuş olur kendi kininden.
109- Öte yandan hiçbir varlık kökeninden bağımsız ve ayrı olmadığına göre kin beslemez kendisine can verene.
112- Öyleyse, yaptığım ayrım yanlış değilse, yanı başımızdakine yönelir kötülük sevgisi; ve bu sevgi üç biçimde doğar sizin balçığınızda.
115- Kimisi, komşusunun alçalmasında görür yükselmenin yolunu, işte bu nedenle onun büyüklüğünü yitirmekten ürker,
118- Bir başkası yükselirse, gücünü, saygınlığını, şanını, onurunu yitirmekten ürker, kimisi de öyle üzülür ki, bunların karşıtını sever,
121- aşağılanan biri de öyle utanç duyar ki ,öç doldurur yüreğini, önlenemez başkalarına kötülük etmesi.

127- Ruhunun dinleneceği bir iyilik tasarlar her insan ve onun peşinde koşar; ona erişmek için çaba harcar.
130- Onu öğrenmeye ya da elde etmeye sizi dürten sevgi gevşek bir sevgiyse, pişmanlığın ardından bu daire sizi cezalandırır...

133- Mutluluk getirmeyen bir iyilik daha vardır; ne mutluluktur o, ne de her iyiliğin meyvesi ve kökü olan özün kendisi...
136- Buna kendini aşıran kaptıran sevgi üstümüzdeki üç dairede gözyaşı dökmekte; söylemeyeceğim nasıl bölündüğünü üçe,
139- kendin arayıp bulasın diye...

On Sekizinci Kanto...

13- Senden bu nedenle, her iyi eylemle tersinin kaynağı olarak değerlendirdiğin sevginin ne olduğunu açıklamanı istiyorum sevgili babam.
16- Aklının keskin gözlerini bana çevirirsen dedi o, yol göstermeye kalkan körlerin düştükleri hatayı görürsün hemen.
19- Ruh sevmek için yaratılmıştır, hoşlandığı şey onu dürtünce, hoşuna giden her şeye yaklaşır.
22- Algınız bir görüntü yaratır gerçek bir nesneden, bunu içinize yansıtır ruhunuz böylece yüzünü çevirir o yöne;
25- O yöne dönen ruh nesneye eğilirse sevgi denilir bu çekime, bu doğal sevgi keyif verip bağlar sizi kendine.
28- Ve ateş havada nasıl yükselirse özünün daha uzun sürdüğü yere, doğarken aldığı biçim gereği,
31- işte sevgiye kapılan ruhta böyle bir istek duyar ve ruhsal bir eylem olan bu istek, dinmez sevdiği şeyi elde etmedikçe.
34- Her sevginin özünde saygın olduğunu düşünenlere gerçeğin ne denli uzak olduğunu görmüş olmalısın şimdi.
37- Her zaman iyi olabilir belki de nesne; ne var ki mum ne denli iyi olsa bile her zaman iyi çıkmaz mührün izi..

40- Sözlerini dinleyince, dikkatle seni izleyince diye yanıt verdim. Sevgiyi öğrendim, öğrenmesine, kuşkularım çoğaldı ne var ki;
43- Sevgi bize dışımızdan geldiğine, ruh da onun etkisine girdiğine göre, eğri de gitse, doğru da gitse, ruhun bir seçimi olmuyor bu işte...
46- Dedi ki : “Ben sana aklımın erdiğini söyleyebilirim ancak; bunun ötesini Beatrice anlatacak; çünkü inanç eylemi bunun ötesi...
49- Maddeden ayrı ama onunla iç içe her özsel biçim kendine özgü bir erdem içerir, bu erdem ancak eylemiyle sezilebilir,
52- ancak etkisiyle görülebilir, tıpkı bitkilerdeki yaşamı yeşil yaprakların belli etmesi gibi.
55- Bu nedenle insan ilk bilgileri ve hoşlandığı nesnelere duyduğu sevgiyi nasıl edindiği bilmez,
58- Arı nasıl içgüdüsüyle bal yaparsa bunlar da içgüdüseldir insanda; bu ilk istek ne övgü hak eder, ne de yergi.
61- Ötekilerin de eklenmesi için ilk isteğe, doğuştan gelen, akıl öğreten, kapıyı bekleyen bir erdem vardır hepinizde.
64- Bu erdemin iyi sevgilere, kötü sevgilere kucak açışına göre övgü kazanmanızın nedeni bu ilke de yatar işte.
67- Sorunun derinine inenler, bu doğuştan özgürlüğü belirlediler ve dünyayı ahlakı getirdiler.
70- Demek ki, içinizde doğan bir sevgiyi bir gereksinimin ateşlediğini kabul etsek bile, dizginleri sizin elinizdedir yine de...

Yirminci Kanto...

1- Bir arzu karşı koyamaz kendinden güçlü arzuya...

82- Ey cimrilik, öyle tutsak ettin ki soyumu kendine, sevmez oldular kendi çocuklarını bile, elinden daha ne kötülük gelir ki?..

Yirmi Birinci Kanto...

61- Arınan ruh özgür bulunca kendini, yer değiştirmek ister kendi isteğiyle, bu istektir arınmanın tek belirtisi...

106- Kahkaha ile gözyaşı öyle yakından izler ki ikisinin de kaynaklandığı duyguyu dürüst bir kişi kullanamaz istencini...
Yirmi İkinci Kanto...

10- Erdemle tutuşan bir sevgi, tutuşturur hep başka bir sevgiyi, yeter ki dışarı vursun alevi...

28- Gerçekten de, kimi kez insan haksız yere kuşkuya düşer gördüklerinden, bunun nedeni saklı kalmasıdır asıl gerçeklerin...

49- Bil ki, bir günahın tam tersi bir günah, onunla bir arada kendi kökünü de kurutur burada...

124- Alışkanlık yol gösterdi adımlarımıza, daha az kuşkuyla koyulduk yola, bu seçkin ruhun da onayıyla...

Yirmi Üçüncü Kanto...

13- Borçlarını ödeye ödeye giden gölgeler olmalı...

58- Merak içinde konuşturma beni, kişi düzgün konuşamaz aklı başka yerdeyse...

115- Eğer gözlerinin önüne getirirsen benim sana, senin bana yaptıklarımızı daha da duyumsarız anılarımızın ağırlığını...

Yirmi Dördüncü Kanto...

7- Bu ruhun yavaş tırmanmasının nedeni, yanında yürüyen öteki;

16- Öyle tanımaz kıldı ki açlık yüzlerimizi, adlarımızı söylemek yasak sayılmamalı...

61- Sorunu derinlemesine inceleyen biri, iki biçim arasında bir başka ayrım göremez...

Yirmi Beşinci Kanto...

16- Sözlerinin okunu tutma yayda gerili, bırak gitsin ileri...

67- Dölüt beyni eksiği olmayan bir beyindir...

Yirmi Altıncı Kanto...

106- Söylediğin bu sözlerle öyle parlak bir iz bırakıyorsun ki bende, Lethe bile silip karartamaz bu izi...

Yirmi Yedinci Kanto...

10- Ey kutsal ruhlar, alevlerden geçmedikçe ileri gidemezsiniz: girin alevlerin içine...

49- Ateşin içine girdiğimde, öyle ölçüsüzdü ki alevlerin sıcaklığı, serinleyeyim diye erimiş camın içine bile atabilirdim kendimi...

73- Her birimiz bir basamağı yatak yaptık kendimize; çünkü dağın yapısı hiç birimizde bırakmamıştı tırmanma gücü, tırmanma isteği.

91- Uyku bastırdı birden, o uyku ki daha olmadan önce bilir çok şeyi.

127- Buraya akılla sanatla getirdim seni; bundan böyle, kendi isteğin rehber olacak kendine; sarp çetin yolların dışındasın artık...

139- Benden tek söz, tek işaret bekleme; aklın özgür şimdi, doğru ve sağlıkla da, hata edersin uymazsan ona:
142- artık tacını da, külahını da bırakıyorum sana...

Yirmi Dokuzuncu Kanto...

46- Duyuları yanlışa sürükleyen toplu algılamanın, uzaklığın etkisinden kurtulacağı denli yaklaşınca onlara,
49- aklı besleyen erdem bunların şamdan olduğunu öğretti bana...

61- Parlak ışıkları görmeye can atıyorsun da, arkalarından gelene niçin bakmıyorsun?..

Otuzuncu Kanto...

118- Toprak iyi, iyi ekilmez de bakımsız kalırsa, daha kötü, daha yabani olur, güçlü olduğu ölçüde...

Otuz Birinci Kanto...

40- Suçlunun kendi ağzından çıkarsa günah suçlaması, bileği taşı törpülemeye başlar keskin ucu, bizim mahkememizde...

85- Pişmanlık ısırganı öyle dalamıştı ki içimi, beni onun sevgisinden ayıran her şeye düşman kesildim birden...

Otuz İkinci Kanto...

67- Modelin resmini çizen bir ressam gibi, nasıl uyuyakaldığımın resmini çizerdim; ama bu resmi kim çizebilir ki?..

Otuz Üçüncü Kanto...

31- Korkudan da, utançtan da artık kurtulmalısın; düş gören biri gibi konuşmamalısın...
34- Bil ki, yılanın kırdığı araba eskiden vardı, artık yok; suçlu da bilsin ki, Tanrı’nın öcü çorbadan korkmaz..
37- Önce canavar, sonra av olan arabada tüylerini bırakan kartal hep mirasçısız kalmaz..

124- Belki de çoğu kez olduğu gibi, daha önemli bir şeye duyduğu ilgi gözlerine dek bulandırmıştır belleğini...

Dante Alighieri/İlahi Komedya Araf...






Share/Save/Bookmark

İlahi Komedya/Cehennem...



Birinci Kanto...

1- Yaşam yolumuzun ortasında karanlık bir ormanda buldum kendimi, çünkü doğru yol yitmişti...

88- Yolumu kesen şu hayvan damarlarımdaki kanı ürpertti, yardımcı ol bana ünlü bilge.
91-”Daha iyi edersin başka yoldan gidersen, kurtulmak için bu yabanıl yöreden' diye yanıt verdi, ağladığımı görünce;
94- “çünkü seni bağırtan bu hayvan, kimsenin geçmesine izin vermez yolundan, karşısına dikilip, er geç parçalar onu;
97- öyle kötü, öyle pistir ki huyu, doymak bilmez oburluğu, doydukça karnı daha da açılır iştahı.

İkinci Kanto...

46- Korku sık sık insanın içine girer, yapacağı onurlu işleri engeller, ürkütür karanlıkta kalmış bir hayvan gibi...

88- İnsan yalnızca başkalarına zarar verecek şeylerden korkmalı; bunun dışında korkuya yer olmamalı...

Üçüncü Kanto...

7- Benden önce her şey sonsuzdu; sonsuza dek süreceğim bende...İçeri girenler, dışarıda bırakın her umudu...

46- Bunların ölmek umutları kalmadı, öyle aşağılık ki karanlık yaşamları kıskanırlar başka her yazgıyı...

55- ardından öyle çok insan gidiyordu ki, aklımın ucundan bile geçmezdi ölümün bunca insanı yenik düşürmesi...

Dördüncü Kanto...

10- Karanlıktı, derindi içi, öyle bir sis vardı ki, dibine bakınca bir şey seçilmiyordu...

16- Nasıl gelirim, korkularıma su serpen sen bile ürkersen...

40- Bu yüzden yitiğiz biz, başka bir suçtan değil, tek cezamız umutsuz bir özlemle birlikte yaşamamız...

Beşinci Kanto...

16- Nereye girdiğine, kendini kime emanet ettiğine dikkat et, girişin genişliğine aldanayım deme!..

55- Öyle şehvet düşkünüydü ki, yasal kılmıştı zevk alınan her şeyi örtmek için kendi ayıbını...

121- Mutlu günleri anmak acılı günlerde, inan ki acıların en büyüğü...

Altıncı Kanto...

106- Bir nesnenin kusurları eksildikçe aldığı tat da, duyduğu acı da artar...
Yedinci Kanto...

4- Korkuya yenik düşme, elinde bunca güç olsa bile engel olamaz bayırdan inmemize...

52- Sürdükleri yaşam kirli yaşam öyle kararttı ki yüzlerini, tanınmaz hale geldi bu soysuzlar...

61- İnsanların peşinde koştukları talihin dağıttığı ödüllerin, aldatıcı olduğunu görmektesin...

88- İnsanlar sık sık konum değiştirir...

Sekizinci Kanto...

10- Bataklığın sisi engellemiyorsa görmeni diye yanıt verdi, neyin beklediğini görebilirsin çamurlu dalgalarda...

34- Gözleri yaşlı biriyim, gördüğün gibi...

91- Geldiğin çılgın yoldan geri dönmeyi denesin bakalım becerecek mi?

Dokuzuncu Kanto...

16- Bu korkunç uçurumun ilk dairesinden, tek cezası umutsuzluk olan biri hiç aşağıya inebildi mi?.

Onuncu Kanto...

100-“Gözleri bozuk olanlar gibi görüyoruz “dedi, uzakta olan nesneleri seçebiliyoruz...
103- Olaylar yaklaşıp da yanımıza gelince, siz insanların halini bilmez oluruz birisi bize bilgi vermedikçe...
106- Geleceğin kapısı örtülünce bildiklerimizin uçup gittiğini anlamışsındır...

On Birinci Kanto...

10- Biraz ara vereceğiz inişimize, duyularımız bu pis kokuya alışsın diye; burnumuz duymaz olur alışınca iyice...

25- Hile insana özgü bir kusurdur...

52- Vicdanları sızlatan hile ise, bir insana güven duyana da yapılır, o insana güvenmeyene de...

91- Kuşku insana keyif veriyor, tıpkı bilgi gibi...

On Üçüncü Kanto...

100- Ötekiler gibi biz de kalıplarımıza döneceğiz, ama hiçbirimiz onları giymeyeceğiz, doğru olmaz insanın çıkardığı şeyleri geri alması...

151- Kendi evimde çarmıha gerdim ben kendimi...

On Dördüncü Kanto...

34- Yalnız kalan kor daha çabuk söner...

49- Yaşarken nasılsam, öyleyim sonra da...

64- Sana en büyük ceza kudurmuşluğun dışında hiçbir işkence veremez aynı acıyı öfkene...

88- Gözlerin, alevleri kendi üstünde üstünde söndüren bu akarsu değerinde hiçbir şey görmedi...
On Beşinci Kanto...

61- Ama vaktiyle Fiesole'den inen, yüreği hala taş gibi, değer bilmez, kötü niyetli bu halk, sana düşman kesilecektir..
64- İyi davranışların nedeniyle; haksız da sayılmazlar: çünkü ballı incir meyve vermez acı üvezler içinde...
67- Köre çıkmıştır adları eski ünleri nedeniyle; kurumlu kıskançtırlar, üstelik de cimri; dikkat et huyları etkilemesin seni...

97- Dinlemesini bile, anlamayı da bilmeli...

On Altıncı Kanto...

61- Acıları bırakıp, tatlı meyvelerle gitmekteyim rehberimin peşinde; ama merkeze inmem gerekiyor önce...

118- Ah insanlar nasıl da dikkat kesmeli, eylemlerimizi gördükleri gibi, düşüncelerimizi de okuyanların yanında!..

124- Yalan görünüşlü bir gerçek karşısında, insan çenesini tutmalı elinden geldiğince, çünkü utanmak zorunda kalabilir kusuru olmasa da...

On Sekizinci Kanto...

124- El etek öptüğüm için pisliğe gömdüler beni, dilim övgüler düzmekten bıkmak bilmezdi...

Yirminci Kanto...

37- Bak, sırta dönüşmüş göğsü; çok ileriyi görmek istediği için arkasına bakıyor, gerisin geri yürüyor...

100- Öyle inanıyorum ki sana, başka sözlerin değeri sönmüş kömür gibi, seninkilerin yanında...

Yirmi Birinci Kanto...

106- Bu kayadan daha ileri gidemezsiniz, çünkü olduğu gibi devrildi...

Yirmi İkinci Kanto...

61- Öğrenmek istediğin bir şey varsa dedi, parça parça olmadan önce sor...

Yirmi Üçüncü Kanto...

10- Her düşüncenin bir başka düşünceyi doğurması gibi, ilk düşüncede bir yenisini doğurmuş, var olan korkumu bir kat daha arttırmıştı...

16- Öfke eklenirse kötü niyetlerine, tavşan yakalamış bir köpekten bile azgın bir biçimde düşerler peşimize...

25- Kalaylı bir cam olsaydım, dış görünüşünü, içinden geçenleri okuduğum hızla yansıtamazdım...
Yirmi Dördüncü Kanto...

28- Sıkı tut bu kayayı, çekecek mi seni önce bir dene...

46- Kuş tüyü üstünde, yorgan altında kavuşulmaz üne...

52- Hadi kalk! Bedenin ağırlığı altında ezilmedikçe, her savaşı kazanan cesaretinle yen kapıldığın telaşı..

55- Sözlerimi anladınsa, ders almasını bil...

76- Haklı bir isteğin karşılığı söz değil, eylem olmalı...

106- Büyük bilgeler, zümrüdüanka beş yüz yaşına yaklaştığında ölür, sonra yeniden doğar derler;
109- bu kuş yaşamı boyunca ne ot, ne tohum yer, kakule ile günlük ile beslenir, geyik otuyla dikenler ise kefenidir...

Yirmi Beşinci Kanto...

58- Hiçbir sarmaşık bir ağaca, bu korkunç hayvanın bu organlara sarıldığı gibi sarılamazdı.

64- Beyaz ölmekteyken kara değildir daha...

Yirmi Altıncı Kanto...

10- Olması gereken olduysa, erken değildi. Olmadıysa, olsun ne olacaksa, daha çok yanacak içim, başım kocadıkça..

46- Her ruh kendini yakan aleve sarılı iyice...

118- Aslınızı düşünün isterseniz; hayvanlar gibi yaşamak için dünyaya gelmediniz, erdem ve bilgi peşinde koşmak göreviniz...

Yirmi Yedinci Kanto...

79- Her insanın yelkenleri indirip, halatları derlemesi gereken yaşa erişince,
82- sevmez oldum eskiden sevdiğim şeyleri: pişmanlık duydum, keşişlere katıldım; kurtulacağımı sandım, oysa yanılmıştım!...

109- Çok söz vermek, az yerine getirmek, sağlam kılar yerini...

Yirmi Sekizinci Kanto...

34- Burada gördüğün öteki kişiler yeryüzünde bölücülük, bozgunculuk tohumu ektiler, bu nedenle ikiye bölündüler...

124- Kendi kendini aydınlatıyordu; bir bedende iki, iki bedende tekti...

Otuz Birinci Kanto...

22- Bu karanlıkta uzağa bakmaya kalkışınca, düş gücün oyun oynadı sana...Uzaklığın insanı
25- ne denli yanıltığını kendin de göreceksin...

55- Akıl, kötü niyetle kaba kuvvetle birleşirse, kimse karşı koyamaz bu güce...

Otuz İkinci Kanto...

7- Evrenin tümünün dibini anlatmak, ne hafife alınmalı, ne de ana baba diyen bir dilin işi olmalı...

19- Dikkat et yürürken! Yoksa acılı kardeşlerinin başlarını çiğnersin...

Otuz Üçüncü Kanto...

73- Acının yapamadığını açlık bastırdı sonunda...

Otuz Dördüncü Kanto...

25- Ölmemiştim, ama diri de değildim; bir nebze aklın varsa kendin tasarla ne hale geldiğimi, yaşamla ölümden yoksun kalınca...

130- Oyduğu bir kayadan hafif bir eğimle akan bir suyun şırıltısı belli eder varlığını...


Dante Alighieri/İlahi Komedya Cehennem...

Share/Save/Bookmark